Öğrencisi olduğum Psikoloji biliminin çekici gelmesinin altındaki sebebin; “bireyden topluma, uluslararası toplumsal olgular da dahil olmak üzere örgütlenme yapısının her daim çekici gelmesi” olduğunu düşünmüyor değilim. Küçük yaşlardan beri ziyaret ettiğim çoğu yerde ilgimi çeken; kişilerin kurduğu iletişim tarzları, birey-nesne ilişkisi ve sonradan gelişen birey-kurum ilişkisi gibi konular oldu. Evvela yaşım soyut konuları daha iyi idrak etmeye başladığı ve söz-bilişsel olarak bazı konular üzerinde diyalektik yapmaya müsait olduğu vakit iyilik ve kötülük gibi kavramları da düşünmenin hayatı anlamlandırma konusunda doğru noktalar olduğunu fark ettim.
Şuan üzerinde kafa yorduğum soru ise “Yaşamımızdaki çoğu şey gerçekten zıttı ile beraber midir?” sorusudur. Bunu anlamak için kritik bir durumda olabildiğince zıtlıklar üzerine kafa yorarım. Örneğin; iyi davranışların yanında kötü davranışları da görmeye ve zamanı geldiğinde tecrübe etmeye çalışırım. Bu yaklaşım da bana durumlara daha geniş bir perspektifle yaklaşmamı sunar. Bu perspektifi yaşama karşı genişletme isteğim buradaki diyalektiği sağlamak adına neler yapabileceğim konusunda düşünmeye itti ve aklıma daha çok küresel problemleri araştırmak ve yine geniş çerçeveden anlamaya çaba göstermek geldi. Hem örgütlenme, sosyal etki, birey-çevre etkileşimi, toplumsal travmalar vb. konuların yaşamdaki ilişkisini daha yakinen takip etmek hem de dünya toplumlarının gidişatı ve kurmak istediğim diyalektiğe yardımcı olması bakımından mültecilerle çalışmaya karar verdim ve bu kapsamda kendime bir program aramak için araştırmaya koyuldum.
Birtakım gönüllülük projelerini Avrupa Birliği’ne ya da Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluşlardan bulmak mümkün. Benim tercihim Birleşmiş Milletler’in uygulayıcı ortaklarından biri AIESEC’ten yana oldu. AIESEC her yıl binlerce genci Birleşmiş Milletler’in kalkınma planlarına uygun projelerde görevlendiriyor ve küresel çapta bir faaliyet yürütüyor. AIESEC ayrıca hem 18-30 yaş arasındaki gençlerin hayatlarında gerçekleştirebilecekleri challenge fırsatı veriyor hem de küresel çapta olması nedeniyle kendi ülkesinden farklı bir ülkede yaşamak isteyen gençler için kısa süreliğine de olsa bu fırsatı yaratıyor.
İlk olarak Uganda olarak seçtiğim rotam maalesef yaşadığım bir kaza sonucu Yunanistan’a kaydı. Yunanistan’da ise İtalya merkezli STK olan Intersos’ta, mültecilere günlük hayatlarında kullanabilecekleri İngilizce öğretmek amacıyla yola koyuldum.
Yunanistan’ın Selanik şehrinde bulunan Intersos’un ofisine ilk geldiğim gün çok sıcak kanlı insanlarla tanıştım. Aynı zamanda çalışma arkadaşlarım olan bu kişiler, dünyanın farklı yerlerinden gelen ve gönüllü olarak Intersos’ta uzun dönem çalışan insanlardan oluşuyordu.
İlk olarak benden de sorumlu olan ve Intersos’ta görevli bir psikolog olarak çalışan Roza ile tanıştım. Haftada kaç saat çalışacağımı ve programın nasıl ilerleyeceği ile ilgili toplantımızı yaptık. Gelmeden önce AIESEC’in bana söylediği ‘Benimle birlikte çalışacak bir gönüllü daha olacağı’ idi ancak Intersos’ta gönüllü olan bu süreçte tek ben vardım. Tek başıma programı ilerleteceğimi düşününce biraz tedirgin oldum. İngilizce’yi dil bilgisi ağırlıklı değil günlük hayatta kullanacakları şekilde öğretmem gerekiyordu ve en tedirgin edici yanı ise bununla ilgili bir müfredat tecrübesine de sahip değildim.
İlk olarak internette basit Ingilizce öğrenmek adına oluşturulan müfredatları taradım. Dil bilgisi ağırlıklı olan bazı kaynakları da referans alarak program müfredatını oluşturmaya başladım. Araştırma yaptığım sırada internette İngilizce öğrenmek amacıyla yayımlanan ve mültecilere özel olarak hazırlanan çalışma dosyaları buldum ve bunlar müfredat oluşturma aşamasında hayli işe yaradı. Haftada 3 gün ve toplamda 4 hafta sürecek programa başlayarak mültecilerle verimli bir sürecin başlangıcını gerçekleştirdik.
Genel mülteci profiline baktığımda ise yemek ve barınma imkanlarından yoksun kişiler olduğunu gördüm ve ardından üstünde düşününce “Maslow’un İhtiyaçlar Piramiti” aklıma geldi. Intersos’un bulunduğu binada birden fazla STK (Sivil Toplum Kuruluşu) vardı ve bunlar çeşitli alanlarda mültecilere yardım ediyordu. Hafta içi her gün 12.00-17.00 arası 200-300 kişi yemek ve giysi ihtiyacı için sıraya giriyordu. Bu insanlar fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılayamadıklarından dolayı muhtemelen ihtiyacı olan tek şey hayatlarında kullanacakları İngilizce dil bilgisi değil de açlıklarını gidermek olacaktı.
Onları anlamaya çalışmak adına ve hayatlarında işe yarayacak bir şeyler öğretmek amacını zihnimde yer ettiğim için kutsal bir ödev bilinciyle hareket ettim. Gelen öğrencilerimden kimisinin yaşı 45 kimisinin yaşı 55 idi. Bu kişiler az evvel bahsettiğim diğer mültecilerden farklı olarak yemek ve konaklama ihtiyaçlarını gideren insanlardan oluşuyordu. Orta yaşını aşmış ve ülkelerinden zorunlu olarak göç etmiş bu insanları anlamak pek mümkün olmasa da zaman geçtikçe hayatlarını devam ettirme çabaları ve özellikle ailesine bağlılıklarına şahit olmak beni etkiledi.
Yunanistan’da kaldığım süre zarfı boyunca farklı insanlar tanımak beni var olan gayeme bir adım daha yaklaştırdı. Bu tür seyahatlerin en faydalı yanı da konfor alanının dışına çıkıp dilini bilmediğiniz bir yerde kültürünü tanımadığınız kişilerle tanışmak olabilir. Çünkü kişi var olan muhafazakar çizgisini aşmadığı sürece yeni ufuklara yelken açamaz. Bu gaye ile hareket etmenin sosyal bilimlerle ilgilenen kişiler için özellikle; indüksiyondan dedüksiyona ulaşma sürecinde yer alacak büyük bir eylem olduğunu düşündüğüm için bu şekilde hareket etmek benim tarafımda ayrı bir öneme de sahip.