"Enter"a basıp içeriğe geçin

Stockholm Sendromu

Bugün sizlerle http://www.istepsikolog.com‘da yazdığım Stockholm Sendromu yazısını paylaşıyorum.
Umarım faydalanabilirsiniz. İyi okumalar…

Yapmak Zorunda Kaldığımız Tercihler: Stockholm Sendromu Nedir ?

Stockholm Sendromu, 1973 yılında yaşanan İsviçre’de yaşanan bir banka soygunu sonucu Nils Bejerot tarafından literatüre aktarılan, mağdurun tehdit altında kaldıktan bir süre sonra tehdit edilen gibi değil tehdit eden gibi davranmasına denmektedir.

Hepimizin hayatta kalmak ve neslimizi devamlılığını sağlamak için birtakım tercihler yapmak zorunda kaldığımız olmuştur. Stockholm Sendromu adıyla literatüre giren bu olguda mağdurun, birtakım şeyleri yapmayı zorunda olduğunu hissederek süregelen, başlangıcının ise rehinecilere duyduğu korkuyla oluşan bir sendromdur. Korkuyla başlayan bu süreç devamında mağdur olan kişinin hayatta kalmak adınayaptığı mücadele ve birtakım duygusal değişiklikler geçirmesi sonucu kendisine işkence çektiren kişiyle aynı anda hareket edip suç ortağına dönüşmüştür. Peki bu olayın yaşanmasında perde arkasındaki neden nedir ? Hangi şartlarda insan kendisi için tehdit oluşturan ve kendisine zarar verme potansiyeli yüksek olan bir kişiye zamanla hayranlık duyar ? Şiddet gören, işkence altında kalan mağdur zamanla nasıl suç ortağına dönüşür ?

Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak olan odur ki; bu kuzu, kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur. 

Mevlana

Stockholm Sendromu Tarihçesi

Stockholm Sendromu tarihçesini öğrenmek için 23 Ağustos 1973 günü İsveç’in başkenti olan Stockholm’a dönmemiz gerekmektedir.

İsveç’in Stockholm ilinde bulunan Kreditbanken adlı bankaya elinde silahla giren Jan Erik Olssonadlı azılı banka soyguncusu silahını göstererek “Hepiniz yere yatın parti başlıyor” diye bağırarak tavana ateş etmeye başladı. Bankada bulunan bazı müşterilerin ve memurların dışarıya çıkmasına göz yuman soyguncu, üç banka memuresini rehin aldı. Polis, soyguncu ve memurelerle birlikte 6 gün sürecek, daha sonra adını Stockholm Sendromu olarak literatüre kazandıracak olay bu şekilde başlamış oldu.

Polis banka soygunu başladıktan kısa süre sonra olay mahalline ulaştı. İçeriye giren polis memuru, soyguncunun ateşle karşılık vermesi nedeniyle yaralandı. Olsson’un pes etmeye niyetinin olmadığını gören polisler soyguncuyla bir saat sonra iletişime geçti. Soyguncu, yarısı döviz yarısı da Isveç kronu olacak şekilde, kapıya kaçmaları için son sürat bir araba ve cezaevindeki arkadaşı Clark Olofson’un da bankaya getirilmesini istedi. Jan Erik Olsson, istediklerini alması karşılığında rehineleri kapıya getirecek son sürat arabası aracılığıyla arkadaşıyla birlikte banka şubesinden ayrılacağını polislere söyledi. Polis aynı gün cezaevindeki arkadaşı Clark Olofson’u cezaevinden alıp banka soyguncusunun yanına getirdi. Bundan sonra içerisiyle bağlantı cezaevinden getirilen Clark Olofson ile yürütülecekti. Akşam kapının önüne lüks bir sürat otomobili park edildi. Talep edilen 1,5 milyon Isveç kronu da soygunculara teslim edildi. Her şey Olsson’un istediği gibi yürüyordu.

Polisler bankaya girdiklerinde karşılaştıkları manzara, Stockholm Sendromu

İstekleri yerine getirilen soyguncular, önlem amaçlı rehinelerden ikisini bırakmayı önerdiler. Ancak polis bunu kabul etmeyerek kuşatmayı kaldırmadı. Polisin bunu kabul etmemesiyle birlikte her iki tarafa da tedirginlik yaşatacak bekleyiş başladı. Ertesi gün bankayı kuşatan polis rehinelerle konuşmak istedi. Olsson, rehineleri teker teker gösterdi. Cezaevinden gelen soyguncu öğleden sonra polisle temasa geçti ve Olsson’un bankayı havaya uçurmak istediğini bildirdi. Gece içerden patlama sesi duyuldu ve soyguncuların kasaları patlayıcılarla açtığı öğrenildi. Aynı gece Olsson, dönemin başbakanı Olof Palme ile telefonda görüşerek olay yerinden serbestçe kaçabilmeleri için polis kuşatmasını kaldırması yönünde emir vermesini istedi. Rehine memurelerden biri Palme ile konuşarak soyguncunun talebinin yerine getirmesi konusunda yalvardı. Bunun üzerine dönemin başbakanı Palme, soyguncunun bu isteğini yerine getiremeyeceğini söyleyerek tüm rehineleri serbest bırakma karşılığında kendisini rehine olarak teslim alabileceklerini söyledi.

Başbakan’dan istekleri konusunda olumsuz yanıt alan Olsson, dönemin ünlü medya gazetesi Dagens Nyheter’i arayarak onlarla konuştu. Polis kordonu eşliğinde banka etrafında durumu takip etmek için gazeteciler de nöbet tutarken, halk da olay yerindeydi. Radyo ve televizyonlar güncellemeleri aktarırken olay başka ülkelere de yansıyarak küresel bir haber niteliği kazandı.

6 günlük gergin bekleyiş sürerken 24 Ağustos günü Dagens Nyheter’deki söyleşiyi okuyan halk, polise tepki göstermeye başladı. Polisi agresif bulan halk, soyguncular için üzülmeye başladı. Rehniler kaçsalar bile soyguncuların onları öldürmeyeceğine inanan halk; polisin kaçma şanslarını elinden alarak rehineleri tehlikeye attığını düşünmeye başladı. İçerde dönen olaylar sonucu yalnızca halk değil rehineler de polise tepki göstermeye başladı. Hatta rehineler bir süre sonra soygunculardan çok polisten korktuklarını ve soygunculardan nefret etmediklerini, çünkü soyguncuların onlara “hayatlarını tekrar verdiklerini” beyan ettiler. Pazarlık sırasında soyguncular ve rehineler arsında iyi bir diyalog oluştuğu, rehinelerin soygunculara karşı duygusal bir bağlılık gösterdikleri, onlara yardım ettikleri ve de polise kızdıkları öğrenildi.

Rehinelere göre soyguncular, “Hasta bir toplumun kurbanları” idi. Polisin bodrum kata yerleştirdiği gizli bir mikrofon sayesinde, soyguncularla rehineler arasındaki “tuhaf” bir etkileşim ve yardımlaşma ortaya çıktığı anlaşıldı. Hatta Olsson ve kadın rehinelerden biri arasında gönül rızası ile cinsel ilişki bile gerçekleşmişti.

Polis banka şubesinin arka bölümündeki soyguncuları ve rehineleri üzerlerinden kitledi. Kilitlenen bölümün tavanından bir delik açılarak yemek sevkiyatı oradan yapıldı. Soyguncular açılan delikten uyuşturucu gaz püskürtüleceği tedirginliğiyle rehineleri tehdit etmeye başladılar. Rehinelerin birinin boynuna ip bağlayarak polisin gaz vermesi halinde rehinenin uyuşarak öleceğini bildirdiler. Gergin bekleyiş 28 Ağustos akşamına kadar sürdü. Polis içeriye püskürttüğü gaz ile birlikte soyguncular teslim oldular. Bazı rehineler polisin kurtarma operasyonlarına direnç gösterdi hatta bir rehine içeri girmek üzere olan polisi soygunculara haber verdi.

Üç rehineden birinin nişanlısını terk edip soyguncuya aşık olduğunu ve onunla birlikte yaşamak istediğini söyleyerek hapishanede sık sık onu ziyaret etti daha sonra onunla nişanlandı. Sonuç olarak rehinelerin soygunculara duydukları hayranlık, aşk, bağlılık vs.psikolojilerini ve benzeri durumları tanımlamak için kullanılmaya başlandı. Soygunculardan Jan Erik Ollson on yıl ceza aldı ve 8 yıl sonra cezaevinden çıkarak Tayland’a taşındı. Bir domuz yetiştiriciliği yaparak bir daha böyle işlere bulaşmadı.

Stockholm Sendromu ve Mağdur İlişkisi 

Stockholm Sendromu‘nun yaşanmasının perde arkasında bulunan sujesi nedir ? Hangi şartlarda insan kendisi için tehdit oluşturan ve kendisine zarar verme potansiyeli yüksek olan bir kişiye zamanla hayranlık duyar ? Şiddet gören, işkence altında kalan mağdur zamanla nasıl suç ortağına dönüşür ? Aslında bu soruları cevaplarken şartlar sağlandığında aynı durumun bazı memeli ve sürüngenlerde de görüldüğünü söylemek de fayda var. Dominant bir erkek tarafından saldırı altında olan maymunların saldırıdan sonra kendisine saldıran maymuna biat ettiğinin görülmesi Stockholm Sendromu ve mağdur ilişkisinidestekler niteliktedir. Bu durum hayatta kalmak için karşımıza çıkan fırsatları seçimimize göre değişmektedir.

Basit düşünmek gerekirse hayatta kalmak için yemek yememiz gerektiğini, yemeği de parayla alacağımızı düşünürsek para kazanmak için çalışmamız gerektiği gerçeği kaçınılmazdır. Bazı insanlar çalışmak istememesine rağmen ihtiyaçları dolayısıyla kendilerini çalışmaya zorlar. Normalde yapmak istemeyeceğimiz eylemleri  yapıp yapmayacağımızı ihtiyaçlarımız belirler. İşlerin yolunda gitmesi (Kaldı ki buna evrimsel olarak hayatta kalmak, sosyolojik olarak statü kazanmak, psikolojik olarak iyi oluşu sağlamak diyebiliriz.) için ihtiyaçlarımızıön plana alırız.  Avcı toplayıcı topluluklarda kadınların rakip kabileler tarafından kaçırılıp bir daha da kurtarılmamasının çok yaygın olması evrimsel açıdan da ihtiyaçlar doğrultusunda hayatta kalma ve neslin sürdürülebilirliliği şansını arttırması sebebiyle Stockholm Sendromu’nun işe yaradığı söylenebilir.  (Sugiyama, 2014)

Stockholm Sendromu’na göre mağdur durumunda olan kişi/kişiler ihtiyaçlarına göre kendilerini tehdit ve şiddet yoluyla ve yoğun strese sokan kişilerin bakış açısını benimseyebilir. Kendisine şiddet uygulayan kocasını sevdiğini söyleyen kadınlar, tacize ve istismara uğrayan çocuklar, ağır ekonomik ve hak ihlallerine uğramasına rağmen faşist bir yönetimi destekleyen kesimler bunlara örnek olabilir.

Bu Freud’a göre bu bir savunma mekanizmasıdır. Tehdit altında bulunan birinin içinde bulunduğu duruma uygun savunma mekanizması geliştirmesi hatta kendisini tehdit edenle özdeşim kurabileceğinden böyleikle tehdit edilen kişiden, tehdit edene dönüşebileceğinden bahsedilmektedir. Yani mağdur saldırganla özdeşim kurar. (Sandler, 1996)

Sonuç olarak Stockholm Sendromu‘nun yaşanması ortamın şartlarına göre değişmektedir. Elbette her tehdit altında kalan bir zaman sonra tehdit edene dönüşür yargısı yanlıştır. Ancak duygusal olarak ihtiyaçların belirlenmesi bu durumu etkileyebilir. Bana göre, Stockholm olayında özellikle kırılma noktası soyguncunun, dönemin gazetesine vermiş olduğu söyleşide halkı etkileyecek şekilde manipülatif konuşması, dönemin başbakanın stratejisinin tavrını kullanması ve halkı yanına çekerek bir algı oluşturması doğrultusunda ihtiyaçları kontrol edebilmesidir.

Yazımı konuyla ilgili olduğunu düşündüğüm Neyzen Teyfik’in şiirinin son dizeleriyle bitirmek istiyorum.

Hayat üç buçukla dört arasındadır; ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın.

Neyzen Teyfik

Kaynakça ve İleri Okuma:

  • Polislikte Stockholm Sendromu, Dr. Ali Dikici

Yazar : Cabir TOPO

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.